SOSYAL DEMOKRASİ İÇİN ÇEVRE POLİTİKASI: ÇEVRE ADALETİ ÇERÇEVESİNDE TÜRKİYE ÖZELİNDE BİR DENEME

Sosyal Demokrasi Gündemi
11 min readJun 30, 2021

--

Homo sapiens olarak bildiğimiz Dünya’nın sonunu getirecek denli önemli çevre sorunları ile mücadele etmek zorunda olduğumuz günümüzde, bireylerin ve toplumun refahını gözeten bir sosyal düzeni hedefleyen sosyal demokrat ideoloji çevre politikalarının üretilmesi konusunda geri planda kalmayı tercih eder bir profil çizmekte. Türkiye’de ise sosyal demokrat ideoloji için popüler çevreci söylemin tekrar edilmesinin çevre politikası üretilmesi adına yeterli olduğuna dair bir algı yerleşmiş durumda. Oysaki sosyal demokrasi, temel kavramlarından biri olan adalet çerçevesinde çevre meselesine özgün yaklaşımlar ve uygulanabilir çözümler üretme potansiyeline sahip. Bu bağlamda, bu makalenin amacı sosyal demokrasinin adalet anlayışı ile çevre adaleti kavramı arasındaki koşutlukları belirleyerek, Türkiye özelinde sosyal demokrasiye özgü çevre politikası üretmenin olasılıkları üzerine tartışmaktır.

Anahtar Kelimeler: Çevre adaleti, Sosyal demokratik adalet, Çevre politikası

(Sarkar, 2012) kunduzların ve insanların yaptığı barajları karşılaştırarak, kunduzlarınki doğal olarak tanımlanırken insan yapımı barajlara neden yapay dendiğini sorgular. İnsanın doğanın parçası olduğu kabulü üzerinden doğa ve çevre üzerine soruları ele alır ve insanın doğayı korumasının aslında kendisini koruması olduğunu savunarak haz alma ihtiyacını tatmin etmenin doğa ile çatışmaması gerektiğini ileri sürer ki bu bizi insanın doğa karşısındaki açmazına götürür. Tartışmayı derinleştirmeden burada iki kavramı tanımlamak uygun olacaktır. Doğa insanın müdahalesinin olmadığı, kendiliğinden ortaya çıkan ve devam eden süreçleri ifade eder. Çevre ise insanlarla beraber bitkiler ile hayvanları ve onların kendilerine has düzenlerini içeren bütün doğal sistemi tanımlamak için kullanılır. Daha öz bir ifade ile çevre insanlar olarak beraber var olduğumuz bütün canlı ve cansız varlıklar anlamına gelmektedir (Connelly & Smith, 2003).

İnsanın doğal dünyaya karşı sorumluluklarını tartışmak için iki sebep bulunmaktadır. Birincisi, kendi konumumuzu doğayla ilişki içinde belirlerken doğa üzerinde devasa etkilerimiz olmaktadır. İkincisi, çevreyi tahrip ettiğimiz kadar onu onararak çözümleri de geliştirme kapasitemiz mevcuttur. Doğal dünya ve insanın doğal dünyadaki yeri üzerine düşünmemiz gerekir çünkü eylemlerimizin sorumluluğunu ve doğa üzerindeki etkilerini inkar edemeyiz (Connelly & Smith, 2003). Günümüzde gezegenimiz insan etkisi ile şekillenmektedir. İnsan kaynaklı değişimler birden fazla, karmaşık, birbiriyle etkileşim halinde, oransal olarak çoğunlukla üssel, şiddeti bakımından küresel ölçekte önemlidir ve Yer Sistemi’nin bütün bileşenlerini etkilemektedir. Şiddeti, mekânsal ölçeği ve hızı bakımından günümüzdeki insan kaynaklı etkileri gezegenimiz daha önce deneyimlememiştir. Artık Yer Sistemi normal proses aralığının dışında devinmektedir. Benzeri daha önce görülmemiş bu süreç Dünya’nın jeolojik geçmişi içinde Anthropocene olarak tanımlanmaktadır (Steffen et al., 2005).

Buraya kadar yapılan tanımlar ve durum tespitinin amacı, Dünya ile kurduğumuz ilişkinin artık farklı bir pencereden değerlendirilmesi gerektiğini tekrar vurgulamaktır. Adalet kavramının ihtiyaç duyulan bu farklı yaklaşımı tanımlamak için sunduğu imkanlar tartışılacak; sosyal demokrasinin adalet anlayışı ile çevre adaleti kavramı arasında bağ kurularak, sosyal demokrat ideolojide eksik bırakıldığını düşündüğümüz çevre perspektifinin çerçevesi çizilerek, sosyal demokrasiye özgü çevre politikasının temel ilkeleri Türkiye özelinde tespitlerle belirlenmeye çalışılacaktır.

Adaletin temeli insan onurudur ve köken veya cinsiyetten bağımsız olarak herkesin özgürlük ve fırsatta eşit haklara sahip olması anlamına gelir. Ayrıca eğitim, iş, sosyal güvence, kültür ve demokrasiden eşit yararlanma hakkı ile her türlü kamusal mala erişimde eşitliği ifade eder. Adalet gelir ve refahtan eşit derecede yararlanma ile eşit karar verme hakkını savunur. Bu bağlamda en büyük adaletsizlikler fırsat eşitsizliğinden kaynaklanır ve bu sebeple sosyal demokrasi gereklidir (SPD, 2007).

Alman Sosyal Demokrat Partisi (SPD)’nin tanımını açmak gerekirse; sosyal demokrasi için adalet herkesin aynı insanlık onuruna sahip olmasını ve hukuki, ailevi, sosyo-kültürel köken, maddi ve cinsel koşullardan bağımsız olarak fırsat eşitliği ile sosyal güvenceyi ifade eder (Tosun, 2016). Kaynakların paylaşımında adalet temel değerdir (Gombert et al., 2016). Bu bağlamda, paylaşımın herkes tarafından meşru kabul edilen ölçütlere göre toplumsal düzeyde olması gerekir (Tosun, 2016). Başka bir ifade ile, sosyal demokrasi için adalet, “sosyal adalet” veya “toplumsal adalet” olarak algılanır ve mevcut yahut ortaya çıkması muhtemel eşitsizliklerin önlenmesini hedefler (Saraç, 2016).

“Çevre adaleti” kampanya sloganı, akademik araştırma alanı, politika unsuru, gündem ve bir tür siyasi hareket olarak algılanmıştır. Çevre adaleti insan sağlığı, refahı ve yaşam kalitesi üzerinde önemli etkileri olan ancak ihmal edilmiş veya yok sayılan ve eşitsizlikler doğuran süreçlere dikkat çekmek adına kullanılabilecek bir kavramlar seti sunmaktadır (Walker & Oxon, 2012). Çevre adaleti suiistimale uğrayan ve yaşam şartlarını iyileştirmek için imkan yaratamayan insanların maruz kaldığı birçok adaletsizliği geriletmeyi amaçlamaktadır (Gordon & Freeland, 2012). Odak noktasında doğaya verilen zarardan dolayı olumsuz etkilenen insan olmasına rağmen çevre adaleti bütün doğal varlık ve sistemlerin sağlığı ve sürdürülebilirliği ile ilgilidir. Farklı bileşenlere sahip olmasının yanında temelde şimdiki ve gelecek nesiller için sağlıklı bir çevrenin kalıcı olmasını sorun eder (Bell, 2014).

Çevre adaleti kavramının çıkışı Amerika’da, çoğunlukla Afrikalı Amerikalılar ile diğer azınlıkların ve alt gelir grubundaki insanların yaşadıkları yerleri çevresel zararlardan korumak adına verdikleri mücadelelerdir. 1980’lerde yoğun olarak gündemi işgal eden bu toplumsal hareketler daha sonra diğer ülkelere yayılmıştır (Taylor, 2010). Sağlıklı bir çevrenin yanısıra çevre adaleti çevresel kaynakların adil paylaşımını ve bütün insanların çevresel zararlardan korunmasını (dağıtımsal çevre adaleti [distributive environmental justice]) ve çevre ile ilgili kararlarda adil, katılımcı ve kapsayıcı yapı ve süreçlerin oluşmasını (usul çevre adaleti [procedural environmental justice]) hedeflemektedir (Bell, 2014).

Liberal adalet teorisine bağlı olarak çevresel fayda ve zararların dağıtımı konusu genelde çevre adaleti kapsamında en çok gündeme gelen meselelerdir ancak liberal adalet teorisinin temelde malların ve faydaların adil dağıtımı ile ilgili süreçlere odaklanması çevre adaleti için yetersiz kalmaktadır çünkü dağıtımsal adalet teorileri adil olmayan paylaşım yapılarına sebep olan sosyal, kültürel, simgesel ve kurumsal şartları ilk aşamada incelemez. Adaletin odağı hem kamusal malların dağıtımını hem de sosyal dışlanmayı yaratan şartları gidermeyi sağlayacak politikalar olmalıdır. Bu bağlamda demokratik ve katılımcı karar alma mekanizmaları sosyal adaleti sağlamada önemli rol oynayacaktır (Schlosberg, 2004).

Bu bakımdan çevre adaleti çevresel fayda ve zararların dağıtımı yanında bu dağıtımı yaratan koşul ve süreçlerle de ilgilenmektedir. Birbiriyle ilişkili üç etkenden söz edilebilir. Bunlardan birincisi yoksulluk sebebiyle çevresel zararlardan etkilenen grupların sanayiden kaynaklı dışsallıklara maruz kalarak daha çok fakirleşmesine yol açan iktisadi kararlardır. İkinci etken, yine bu grupların yoksul olmalarından dolayı özel sektör ve devletin verdiği kararlara direnecek imkanlarının olmamasıdır. Üçüncü etken ise ayrımcılıktır. Ayrımcılıkla bağlantılı olarak eşitsizlik, tanınma ve ötekileştirme gibi sorunlar çevre adaletinin gündemine girmiştir çünkü çevre adaleti bireylerin ve toplulukların temel ihtiyaçlarının karşılanması ve faaliyetlerinin yürütülmesi ile ilgili konularla da ilgilenir. Bu sebeple katılımcılık, toplumsal tanınma ile iktisadi ve siyasi haklar öne çıkar (Schlosberg, 2013).

Çevre adaleti üzerine yukarıda verilen tartışmayı özetlemek adına ABD Çevre Koruma Dairesi (US EPA)’nın kavram ile ilgili tanımı verilmiştir:

Çevre adaleti ırk, renk, ulusal kimlik veya gelir düzeyinden bağımsız olarak çevre ile ilgili kanunların, yönetmeliklerin ve politikaların geliştirilmesi, uygulanması ve yürürlükte kalması ile ilgili süreçlerde herkese adil davranılması ve bu süreçlere herkesin anlamlı katılımıdır. Herkes çevresel ve sağlık ile ilgili zararlardan eşit seviyede korunduğunda ve yaşanılacak, eğitim alacak ve çalışılacak sağlıklı bir çevrenin oluşturulması ile ilgili karar alma süreçlerine eşit erişime sahip olduğunda çevre adaleti sağlanacaktır.

EPA’nın tanımında yukarıda bahsedilen dağıtımsal çevre adaleti ve usul çevre adaleti kavramları birleştirilmiş, bu ikisinin gerçekleştirilmesi için sağlanması gereken şartlar sıralanmıştır. Bu sayede çevre adaletinin temel gereksinimleri özetlenerek sosyal demokrasinin adalet anlayışı ile karşılaştırma yapmak için bir nevi zemin sunmaktadır.

Hem sosyal demokrasi hem de çevre adaleti kaynakların ve refahın adil paylaşımını savunmaktadır. Sosyal demokrasi bu savını fırsat eşitliği üzerinden yapmaktadır. Ancak SPD’nin adalet tanımında vurguladığı “fırsat eşitliği” eşitlikçilik anlamına gelmez. Tersine, bireysel eğilim ve yeteneklerin geliştirilmesi için ortam sağlamayı gerektirir. Bireyler arasında farklılık sabittir ancak eşitsizliklerin toplumsal boyutta ortaya çıkması önlenmelidir (SPD, 2007). Fırsat eşitliği temelde maddi kaynakların dağılımı ile ilgili bir kavramdır. Fırsat eşitliği kavramından türetilen “fırsat adaleti” kavramı (Gombert et al., 2016), fiziksel ve teknik sebeplerle doğal kaynakların eşit olmayan dağılımından kaynaklanan, temel ihtiyaçların karşılanması bakımından ortaya çıkan adaletsizlikleri açıklamak için yol gösterici olabilir ve çevre adaleti ile kalıcı bir bağ kurulmasını sağlayabilir çünkü çevre adaleti de bireylerin sağlıklı bir çevrede yaşama hakları üzerinden taleplerini sunar. Karar verme ve politika üretme süreçlerine adil katılım her iki yaklaşımın başka bir ortak noktasıdır. Sosyal demokrasi adaletin sağlanmasının bireylerin karar verme süreçlerine eşit katılımının sağlanması ile olanaklı olduğunu vurgularken çevre adaleti bu bağlamda demokratik süreçlerin güçlendirilmesi gerektiğini ifade eder. Son olarak, sosyal demokrat adalet ile çevre adaleti önlem almayı, sorunları ortaya çıkmadan çözmeyi vurgular. Yani her iki yaklaşım da proaktiftir.

Çevre adaletinin sosyal demokrat adalet anlayışından temel farkı, faydalar yanında zararların da paylaşılmasını savunmasıdır. Hak tanımı ve BM Evrensel İnsan Hakları Bildirgesi’nden yardım alarak zararların dağıtımında adalet ile sosyal demokrasi arasında bağlantı kurulabilir. Bildirge’nin 25. maddesine göre herkesin kendisi ve ailesinin sağlık ve refahı için gıda, giyim ve barınma ile sağlık hizmetlerine erişim hakkı vardır. Pozitif ve negatif haklar ayrımından bakılırsa bireylerin gıda, giyim ve barınma ihtiyaçlarını karşılamaları pozitif hak, sağlık hizmetlerine ihtiyaç duymayacakları bir çevrede yaşama hakları ise negatif hak olarak ifade edilebilir. Çevre ve özelde doğal kaynakların kullanımı ile ilgili verilecek bir kararda, bu temel hakların ihlal edilip edilmediği, başka bir ifade ile bireylerin kendilerini sağlıklı kılacak, refah seviyelerini bozmayacak bir fırsat adaleti sağlanıp sağlanmadığı konusu temel sorgulama alanı yapılarak fırsat eşitliği kavramı ile bağ kurmak mümkündür.

Sosyal demokrasinin adalet anlayışı ile çevre adaleti kavramı arasında bağlantı kurduktan sonra, somut olarak bu iki yaklaşımdan çevre politikası yapımında ne şekilde yararlanılabileceğini incelemek gerekir. “Çevre politikası” yerel ve küresel düzeyde çevre konusundaki tercih ve hedeflerin belirlenmesi olarak ifade edilebilir. Temel amacı çevre kalitesini toplum refahını sağlayacak şekilde korumak ve geliştirmektir (Ertürk, 2009). Politika yapmayı zorlaştıran genel engel ve kısıtlar (toplu eylem sorunları, sorun algısı döngüleri, sınırlı rasyonalite ve iktidarın kullanımı) yanında çevre politikası yapmanın temel zorluğu çevre sorunlarının karmaşık ve çoğunlukla birbirleriyle bağlantılı olmasındandır. Ayrıca, çevresel zararlar kalıcı olabilir ve insan sağlığı için önemli riskler barındırabilir. Risk, geri döndürülemez etkiler ve belirsizlik ile birleştiğinde çevre politikası yapmanın neden zor olduğu anlaşılır. Bunlara rağmen iki kıstas göz önünde bulundurulursa kalıcı çevre politikaları oluşturulması mümkündür. Bu iki kıstas gezegenimizin fiziksel kaynaklarının sonsuz olmadığının idraki ve insan dışı varlıklarla ilişkilerimizin etik boyutuna dikkat etmektir. Kaynakların sadece insanların kullanımı için olduğunu varsaymak önemli ahlaki ve etik sorunların doğmasına yol açar; çevresel kaynakların ve çevresel kalitenin mevcuttaki eşit olmayan dağılımının nasıl çözüleceği veya ekolojik refahın yeniden dağıtılmasının dayanağının olup olmaması gibi sosyal ve uluslararası adalet ile ilgili sorular belirir. Bu soruların yanına sürdürülebilir kalkınmanın işaret ettiği nesiller arası adaletin sağlanması da eklenebilir. Bugünkü ve gelecekteki nesiller arasındaki adaletin sağlanması ile ilgili meselede Dünya’nın fiziksel olarak sonsuz kaynaklara sahip olmadığı gerçeğinden yola çıkarak ekolojik sistemlerin taşıma kapasitesinin göz önünde bulundurulması ve insan dışı varlıkların etiğin konusu yapılması gerekliliği çevre politikasını çağdaş paylaşım teorilerinden farklılaştırır (Connelly & Smith, 2003).

Bu kısa tartışmada üzerinde durulan iki noktayı tekrar vurgulamak çevre politikasının özüne dikkat çekmek adına uygun olacaktır: kaynakların sınırsız olmadığı ve insan dışındaki varlıklarla ilişkimizin etik boyutu. Doğa ile ilişkimizin etik boyutuna yazının başında kısaca değinildi. Bu konuda ayrıntıya girmeden belirtmek gereken husus insan olarak yaptıklarımızın sorumluluğunu almak gerektiğidir. Haklar temelinde bakıldığında bu pratik bir zorunluluktur çünkü edimlerimiz mevcut ve gelecek nesiller yerine karar vermek anlamına gelmektedir ki bu bizi sosyal demokrasi ve çevre adaletinin savunduğu dağıtımsal adalet kavramına getirmektedir. Kaynakların sınırlı olması sosyal demokrasinin adalet anlayışının fırsat eşitliği yaklaşımı temelinde ele alınabilir. Daha önce belirtildiği gibi herkesin sağlıklı bir çevrede yaşama hakkı özelinde bakıldığında kaynakların sınırlı olması paylaşım ve dağıtımda adalete dikkat çekmekte, aynı zamanda kaynakların kullanımı üzerinde toplumsal mutabakat sağlanmasını gerekli kıldığı için karar alma süreçlerine katılımı vurgulamaktadır. Çevre adaletinin de savunduğu temeller bu şekilde özetlenebilir. Bu sayede yukarıda bahsedilen çevre politikası yapmanın zorluklarını aşmak amacıyla sosyal demokrasinin adalet anlayışı ile çevre adaletinin ortaklıkları belirlenerek sosyal demokrasi için çevre politikasına yaklaşım adına bir çerçeve sunulmuştur.

Bu noktaya kadarki tartışmanın bir özetini yapmak gerekirse; yazının başında çevre ve doğa ayrımına değinilmiş, insanın sorumluluklarından bahsedilerek Dünya’nın mevcut durumu üzerine bir tespit yapıldıktan sonra sosyal demokrasinin adalet anlayışı ile çevre adaleti kısaca tartışılarak bu ikisi arasındaki koşutluklar ortaya konmaya çalışılmıştır. Ardından çevre politikası üzerine öz bir tartışma yapıp sosyal demokrasi ve çevre adaletinin çevre politikası yapımında ne şekilde yol gösterici olabileceği anlatılmıştır. Yazının bundan sonraki bölümünde Türkiye özelinde sosyal demokrasinin çevre politikası üretmesi konusunda fikirler sunulacaktır.

Türkiye’de üzerine düşünülmesi gereken ilk mesele, doğa ile ilişkimizdir, (Connelly & Smith, 2003)’in vurguladığı üzere doğal kaynakların kullanımının maliyetsiz olmadığının idrakidir. Her seviyede Türkiye Cumhuriyeti sınırları içindeki varlıklardan sınırsızca yararlanılabileceği ve bu kullanımdan sadece fayda elde edildiği düşünülerek hem doğaya hem de çevreye verilen zararlar görmezden gelinmektedir. Tersine, doğal varlıkların kamu malı olduğu anlayışı yerleşmeli, özel mülk sayılan kaynakların kullanımında dahi genel toplum refahı gözetilmelidir. Hatta insan dışı varlıklar da refahın kapsamı içine alınmalıdır. Bu yaklaşımın yerleşmesi yukarıda yer verilen etik gerekliliklerle ve sosyal demokrasinin adalet anlayışı ve çevre adaletinin vurguladığı adil paylaşım kıstaslarına hizmet ederek çevre politikası yapımında ülkemizde mevcut sınırsız kullanım varsayımından kaynaklı sorunların ortaya çıkmasını engelleyecektir. SPD’nin Hamburg Programı’nda (SPD, 2007) belirttiği gibi gelecekte demokrasi kamusal mallardan ve hizmetlerden eşit şekilde yararlanmayı temin etmek adına “fırsat eşitliğini” gözetmelidir. Bu bağlamda giderek kıt hale gelen doğal kaynakların kontrolü piyasanın işleyişine bırakılmamalıdır. Bu noktada konuyu somutlaştırmak adına mikro iktisattan yardım alınabilir. Mikro iktisadın pareto optimum yaklaşımı baz alınarak, doğal kaynak kullanımını içeren herhangi bir kararda, bu kullanım ile hiç kimsenin refahının mevcuda göre azalmadığından emin olmak riskleri kontrol ederek kalıcı zararların ve belirsizliklerin önüne geçmekte yardımcı olabilir. Destek olabilecek başka bir kavram ise 1992 tarihli Rio Bildirgesi’nin 15. maddesi olan ihtiyatlılık ilkesidir. Bu ilke bilimsel/teknik kanıt olmasını beklemeden çevreye kalıcı zarar verecek herhangi bir etkinliğin devletler tarafından önlenmesini gerekli kılar. Benzer şekilde, çevre ile ilgili bir kararda herhangi bir kişi veya kesimin refahının, fırsat eşitliğinin ve toplumsal adaletin geri dönülmez şekilde bozulacağına dair şüphe varsa, sosyal demokrat devlet müdahil olarak süreci durdurabilir. Diğer bir mesele olan çevre ile ilgili karar alma süreçlerinin şeffaf hale getirilmesi, ilgili bütün paydaşların karar alma mekanizmalarına anlamlı katılımının sağlanması sosyal demokrasinin dolaylı ve çevre adaletinin net talepleridir. Bu konuda yol gösterici olması açısından 1998’de kabul edilen, halkın çevre konularında söz söyleme hakkını kullanması ile ilgili düzenlemeleri içeren Aarhus Sözleşmesi’ni işaret etmek gerekir. Türkiye’de birçok konuda olduğu gibi çevre ile ilgili meselelerde yetersiz ve yanlış bilgi sahibi olmaktan dolayı en doğru kararların verilmesi zor olmaktadır ancak demokrasinin güçlenmesi, devletin şeffaflaşması ve hesap verir olması ile bu sorunun da bir noktaya kadar aşılması mümkündür. Son olarak, sosyal demokrasi için çevre meselelerinin bir muhalefet unsuru olarak kullanılmasının çevreyi korumaktan çok verilen zararları meşrulaştırıcı bir etkisi olduğu düşünülmektedir. Bu bağlamda, sosyal demokrasi çevre politikası konusunda burada tartışılan çerçeve içinde toplum refahını artıracak şekilde plan, program ve uygulama önermelidir. Bu bakımdan sosyal demokrasinin elinin güçlü olduğu düşünülmektedir çünkü (Hinchman, 2011)’ın işaret ettiği gibi sosyal demokrasinin geleneksel hedefleri (politik ve toplumsal temel haklar, sosyal güvenlik, işçi hakları ve adil gelir dağılımı) sürdürülebilir kalkınma kavramında da mevcuttur.

Kısaca, sosyal demokrasi yazının girişinde bahsedilen insan etkisinden kaynaklı çevre felaketlerini gidermek, belki bir dereceye kadar önlemek bakımlarından sahip olduğu adalet anlayışı ile çevre politikası yapımı konusunda güçlü yönlere sahiptir. Bu güçlü yönlerini çevre adaleti kavramından alacağı yardımla destekleyerek, sosyal demokrasinin kendine özgü çevre politikaları geliştirmesi gayet mümkündür. Bu başarıldığı taktirde sosyal demokrat ideolojinin en azından Türkiye’de geleceğe dair umudu artıracak yegane potansiyel olduğu tekrar hatırlanacaktır.

Miraç Gül

KAYNAKÇA

Bell, K. (2014). Achieving environmental justice. https://doi.org/10.1332/policypress/9781447305941.003.0011

Connelly, J., & Smith, G. (2003). Politics and the environment from theory to practice, third edition. In Politics and the Environment from Theory to Practice (Second Edi). New Haven: Routledge.

Ertürk, H. (2009). Çevre Bilimleri (Üçüncü Bas). Bursa: Ekin Basım Yayın Dağıtım.

Gombert, T., Blaesius, J., Boll, F., Dahm, J., Egle, C., Gurgsdies, E., … Timpe, M. (2016). Sosyal Demokrasi El Kitabı 1 Sosyal Demokrasinin Temelleri (4th ed.). İstanbul: Friedrich Ebert Stiftung.

Gordon, F. D., & Freeland, G. K. (2012). International Environmental Justice: Competing Claims and Perspectives. Perth: ILM Publications.

Hinchman, L. (2011). Nachhaltigkeit und Soziale Demokratie. In T. Meyer (Ed.), Theorie der Sozialen Demokratie (2. Auflage, pp. 171–191). Meppel: VS Verlag.

Saraç, N. (2016). Sosyal Demokrasi Başka Bir Düzen Mümkün. İstanbul: Asi Kitap.

Sarkar, S. (2012). Environmental Philosophy From Theory to Practice. West Sussex: John Wiley and Sons Inc.

Schlosberg, D. (2004). Reconceiving environmental justice: Global movements and political theories. Environmental Politics, 13(3), 517–540. https://doi.org/10.1080/0964401042000229025

Schlosberg, D. (2013). Theorising environmental justice: The expanding sphere of a discourse. Environmental Politics, 22(1), 37–55. https://doi.org/10.1080/09644016.2013.755387

SPD. (2007). Hamburger Programm: Das Grundsatzprogramm der SPD. Berlin: SPD-Partievorstand.

Steffen, W., Sanderson, A., Tyson, P., Jäger, J., Matson, P., Moore, B. I., … Wasson, R. J. (2005). Global Change and the Earth System A Planet Under Pressure. Würzburg: Springer.

Taylor, D. E. (2010). Environmental and Social Justice, An International Perspective (Vol. 18). https://doi.org/10.1108/S0196-1152(2010)0000018003

Tosun, G. E. (2016). Sosyal Demokrasi Dizisi Sosyal Demokrasi ve İlkeleri. Ankara: Alabanda Akademi.

Walker, G., & Oxon, A. (2012). Environmental Justice Concepts, Evidence and Politics. New York: Routledge.

--

--

Sosyal Demokrasi Gündemi

Çözüm ve değişimi temsil eden Sosyal Demokrasi’nin toplumda yeniden umut haline gelmesi için “Sosyal Demokrasi Gündemi” farklı bir bakış açısı sunmaktadır.